İnsanoğlu yaratılışı gereği nisyan ile maluldür. Onun için, kendisine bilhassa lütfedilerek yapılan iyilikleri daha çabuk unutmaktadır. Böyleleri için nankör kelimesi tam da uygun düşmektedir. Daha yazının başında nankörleri bu denli aşağılamak pek erken olsa da; bir köpek bile kendisine verilen ekmeği ömür boyu unutmaz, medyun-u şükranlık eder. Veren eli yıllar geçse de hatırlar, ona sadıktır, vefakârdır, hele hele ona hırlamaz, saldırmaz! Bu yüzden köpek sadakatin timsali olmuştur.

 

            Sadakatsiz ve vefasız kimseler bu millet için bir gelecek ve deva olamazlar. Sadakat, kendisine iyilik edene, ihsan ve lütufta bulunana minnet ve şükran duygularıyla bağlanmak ve bu bağlılığa yakışır şekilde davranıp hainlik ve döneklik etmemektir. Sadakat ve ahde vefa İslâm ahlakının en önemli düsturlarından biridir. Sadakat ve ahde vefa, verilen sözlere bağlı kalma, özü ve sözü doğru olmak demektir.

 

            “İnsana sadakat yaraşır, görse de ikrah,

            Yardımcısıdır doğruların Hazreti Allah”

 

 

            Sadakat ve vefa hep birlikte anılırlar. Çünkü sadakat ölüm gibidir, çizgiyi bir kere geçtin mi geri dönüşü yoktur. Vefa da, unutmamak, sırt dönmemektir. Vefa, sevgide devamlılık demektir.  Hz. Ali “emanetin en faziletlisi ahde vefa etmektir”,  Hz. Mevlana da,” dostlarına daima sadık ve vefakâr ol! Kula vefası olmayanın Hakk’a vefası yoktur.

 

            Nimet, ihsan ve iş sahipleri ya da bunları tevzi edenler karşılarındakilerden ahitlerine, sözlerine sadık olmalarını, vefa göstermelerini beklerler ve isterler. Allah’u Teâlâ “elest bezminde” kullarından ahit almış ve onların sözlerine sadık kalmalarını istemiştir. Sadakat göstermeyenlerin de hüsrana uğrayacaklarını ayet-i kerimelerle bildirmiştir. İnsanoğlunun dünyevi işlerinde de, nimet, iş ve ihsan sahipleri karşısındakilerden sadece sadakat göstermelerini ve küfran-ı nimette bulunmamalarını isterler, beklerler. Mesela 10-15 senedir bazılarına ve bunların çocuklarına, en üst makamlar verilmiştir. Gel gör ki çoğu zaman bunların bir kısmı, emdikleri süt muktezasınca, öpecekleri eli ısırmakta; kendisine nimet, makam-mevki verenleri işleri biter-bitmez hemen arkadan hançerlemişlerdir.

 

            Bu yazıyı kaleme alma sebebim geçenlerde medyadan okuduğum bir haber üzerine olmuştur. Eski bir Millet Vekili ve yazarın, devletin kendisine Büyükelçilik dâhil en üst makamları verdiği eski bir akademisyenden “ihanet eden eski bir üst düzey bürokratın herzeleri” şekliyle bahsetmesi ve bir haber üzerine “Aziz Nesin'e fazla mı kızdık diye düşünüyorum" ifadelerini kullanarak "ah eğitim ah, sen iyi olsaydın bunlar olur muydu hiç?" demesi bu yazıya vesile olmuştur. Yazar, o bürokrat eskisine benim hicap duyduğum çok ağır ifadelerle kızmış; “Bizler gece gündüz ölüme meydan okurcasına mücadele ederken sizin gibilere (kırmızı plakalı) makamlar bahşedildi, yüreğimizi acıtıyorsun, müptezel, kifayetsiz ihanetçi, şimdi kalkıp şarlıyorsun,”… diye yazdı.

 

            Benim asıl üzerinde durmak istediğim husus, bu bürokrat eskisinin “Aziz Nesin'e fazla mı kızdık diye düşünüyorum" ifadelerini kullanması ve "ah eğitim ah, sen iyi olsaydın bunlar olur muydu hiç?" demesi olmuştur. Bu ifadeler akla ziyan sözlerdir. Çünkü Aziz Nesin’i çağrıştırıp Türk Milletine hakareti tekrar etmiştir. Gerçi, söylenene değil söyleyene baktığımızdan biz alınmıyoruz, sözünün nereye varacağını bilmeden konuşanlar evinin yolunu nasıl buluyor bilemiyorum. Çünkü bu sözleriyle kurşunu kendi ayağına sıkmaktadır. Yazık, öyle makamlara getirilmiş, lakin hâlâ öğrenememiş: “İnsan ağzından çıkan sözün sahibi; yazıya aktarılan kelimelerin esiridir.”  Dört yıl süreyle Türk Yükseköğretiminin başında bulunacaksın, sonra kalkıp “ah eğitim ah, sen iyi olsaydın bunlar olur muydu hiç?"  diyeceksin. Bu tenakuz nasıl bir ifadeyle tanımlanabilir, bilemiyorum. Bir de, şimdi aynı kafadarların yeni kurdukları partinin “eğitim işleri” sorumlusuymuş, “kelin merhemi olsa başına sürer” vah ki vah…

 

            Nerede ehliyet, liyakat? Nerede sadakat ve vefa…

                                                                        -o-O-o-

                Yeni neslin anlayamayacağı düşüncesiyle bin yıldır kullandığımız, ancak çoğu unutturulan bu kelimelerin günümüz Türkçesiyle karşılıkları aşağıya çıkarılmıştır.

Sadakat    : İçten bağlılık

Vefa          : Sevgide devamlılık

Nisyan       : Unutma, unutkanlık

Malül         : Sakat

Nankör      : İyilikbilmez

Medyun     : Borçlu

Timsal       : örnek, simge

İhsan        : İyilik etme, bağışlama

Lütuf         : Mevki sahibi birinden gelen iyilik

Tevzi         : Dağıtma, üleştirme

Elest Bezmi: İnsanların yaratılışları sırasında Allah’la yapıldığı kabul edilen sözleşme

Hüsran       : Zarar, ziyan

Küfranı nimet: Nimet sahibini unutmak, asi olmak

Mukteza     : Lazım gelmiş, lüzumuna binaen

Herze         : Saçma sapan söz-iş-davranış

Vesile         : Sebep, bahane, neden

Hicap          : Utanma

Bahşedilme : Bağışlanma, ihsan edilme

Müptezel     : İtibarını kaybetmiş, bayağılaşmış

Kifayetsiz    : Yetersiz

Şarlamak    : Yersiz ve uygunsuz biçimde konuşmak

Ziyan          : Zarar

Tenakuz      : Zıtlık, çelişki